Philippos II İ.Ö. 338’de Korinthos’da Yunan kent devletlerini bir araya getirmeyi başarmış, Korinthos Birliği’nden Perslere karşı kendi önderliğinde bir intikam savaşına girme kararı çıkartmıştır. Philippos II’nin bu karardan kısa bir süre sonra öldürülmesi üzerine İ.Ö. 336’da oğlu tarihe “Büyük” İskender olarak geçecek olan Aleksandros III bu görevi üstlendi. İ.Ö. 334’de Çanakkale Boğazı (Hellespontos) üzerinden Anadolu’ya geçen İskender, Granikos Çayı’nı (Kocabaş Çayı) geçerek ilk büyük savaşta Persleri yenilgiye uğrattı. Bu savaşı takiben İskender, Perslerin Batı Anadolu’daki Satraplık merkezlerinden biri olan Sardis’i ele geçirmiş ve ardından bütün Ege kıyılarındaki kentler de kısa sürede ona boyun eğmişlerdir.

İskender’in Ephesos’a ve güneye ilerlerken Sardis ile Ephesos arasında kalan yolu Bozdağlardan mı, Kemalpaşa (Nymphaion) üzerindeki Karabel Geçidi’nden mi, yoksa Smyrna üzerinden mi geçtiği tartışmalıdır. Tartışmanın kaynağı, daha erken bir tarihte, Herodotos (V, 52 ve 54)’un da bahsettiği gibi, Sardis – Ephesos arasında üç gün süren yolu Arrianos’un (1.17.10) Makedonya ordusunun dört günde aldığını kaydetmesidir. Buradaki bir günlük gecikmenin Bayraklı’daki Smyrna’nın ele geçirilmesinde bizzat bulunmuş olması şeklinde yorumlanmaktadır. İ.S. 2. yüzyılda yaşayan Pausanias kentin kuruluşunu anlattığı öyküsündeki kahramanın İskender olması onun Smyrna’ya geldiğinin bir başka delili sayılmaktadır.

Pausanias’ın (VII.5.1) öyküsü şöyledir; “Philippos oğlu Aleksandros, şimdiki kenti, uykusunda gördüğü bir düş yüzünden kurdu; Pagos Tepesi üzerinde avlanmaktayken, avdan dönüşünde, söylendiğine göre, Nemesisler’in tapınağının* önüne gelmiş; burada tapınağın önünde bir kaynak ve onun suyu ile büyümüş bir çınar ağacı varmış. Çınar ağacının altında uyurken Nemesisler ona görünerek burada bir kent kurmasını ve İzmir halkını eski kentten çıkarıp oraya getirmesini buyurmuşlar.”

Öyküye göre uykusundan uyanan İskender’in düşünü çevresindekilerle paylaştığı ve gereğinin yapılmasını istediği öngörülmektedir. İskender’in Smyrna’dan ayrılmasından sonra Smyrnalıların antikçağın önemli kehanet merkezlerinden biri olan Klaros’daki (Ahmetbeyli-Menderes) Apollon Tapınağı’na danışmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Pausanias (VII.5.1) yukarıdaki öyküye devamla bu durumu şöyle anlatır; “Bunun üzerine İzmirliler Klaros’a (Apollon’a) elçiler göndererek durum hakkında fikrini sordular ve tanrı cevap verdi: Kutsal Meles’in ötesindeki Pagos’da oturacak olanlar eskisine göre üç kat, dört kat daha mutlu olacaklardır.” Kehanetin de uygun görmesi ile böylece Bayraklı’daki kent yavaş yavaş terkedilmiştir.

Aleskandros'un ölümünden ele geçirdiği topraklar ardılları tarafından paylaşılmıştır, Smyrna ve çevresi kısa süreliğine Kleitios ve ardından da İ.Ö. 301’e kadar Antigonos Monophtalmos, İ.Ö. 281 yılına kadar da Lysimakhos’un kontrolünde kaldı. Smyrna’nın yer değiştirmesi Strabon’a göre Antigonos Monophtalmos ve Lysimakhos tarafından gerçekleştirilmiştir. Strabon (XIV.37) bunu şöyle not etmektedir. “ Önce Antigonos, daha sonra da Lysimakhos tarafından bir kentte toplu olarak yerleştirildiler ve kentleri şimdiki kentlerin en güzelidir.” Hemen her Yunan kentinin kuruluşunun bir kahramana ve kehanete dayandırılması, Smyrna’nın kuruluşundan çok sonraki bir tarihte Pausanias (VII.5.1) tarafından hikaye edilmiş olsa da böylece gerçekleşmiş oldu.

Yeni yerlerine taşınan Ephesos, Knidos, Rhodos gibi kentlerde ve diğer Yunan kentlerinde olması beklenen surlar, tapınaklar, tiyatro, stadion ve agora gibi anıtsal mimari yapılarla Yeni Smyrna da donatılmıştır. Yeni Smyrna’nın ilk inşa evresine ilişkin olarak Smyrna’nın akropolü olan Kadifekale’deki Hellenistik surlar dikkat çekmektedir. Bugün büyük ölçüde tahrip olmuş olan kalenin güney Hellenistik suru son yıllarda yapılan kazı çalışmaları ile kısmen ortaya çıkarılmıştır.

Hellenistik Dönemde yaygın bir uygulama kraliyet ailesi üyelerinin adlarının kentlere verilmesiydi. Bu çerçevede Batı Anadolu’ya kısa bir süre için egemen olan Lysimakhos’un da yüzlerce yıldır isimleri bilinen kentlerin isimleri değiştirilmiş, Ephesos’un adı Lysimakhos’un eşinin adı olan Arsinoeia, Smyrna’nın adı ise kızının adı olan Eurydikeia olmuştur.

İ.Ö. 281’de Lysimakhos’un Mısır merkezli krallık olan Ptolemaioslarla ittifak yapan Seleukos I’e Manisa yakınındaki Kurupedion’da yenilmesi ile Smyrna’nın kontrolü Suriye merkezli bir krallık olan Seleukosların eline geçmiştir. Buna rağmen Ptolemaioslar Smyrna ve bölgedeki kentler üzerindeki ısrarlarından vazgeçmemişlerdir. Seleukosların Smyrna’daki hakimiyeti İ.Ö. 278’de Trakya üzerinden gelerek Batı Anadolu kıyılarını etkileyen Galat talanı ile sarsılmışsa da, İ.Ö. 275’de Antiokhos I tarafından yenilgiye uğratılmalarıyla bu tehlike geçiştirilmiştir. Ancak Batı Anadolu için Galat tehlikesi İ.Ö. 3. yüzyıl boyunca devam etmiştir.

Bu sırada bölgede gelecek yüzyıllarda önemli rol oynayacak aktörlerden biri olan Pergamon’un ve Pergamon merkezli Bergama Krallığı’nın ortaya çıktığı görülür. İ.Ö. 263’deki ölümüne kadar kale tepesi ve yakın çevresini elinde tutan Philetairos ve ardılları krallığı Attaloslar adıyla da bilinen hanedan ailesi ile yönetmiş ve Roma hakimiyetine kadar geçen süreçte bölgede ciddi bir güç haline gelmiştir. Batı Anadolu’yu kontrol altında tutma çabasındaki Seleukoslardan Antiokhos I’in Pergamon’un ilk kralı Eumenes I’e İ.Ö. 263’de yenilmesi ile Pergamon ilk önemli başarısını kazanmıştır. Antiokhos I’in kısa süre sonra ölümü üzerine kral olan oğlu Antiokhos II zamanında Ptolemaioslar ile Batı Anadolu kıyılarının kontrolü için girişilen mücadelede Smyrna Seleukosların sadık bir müttefiki olarak kalmıştır. Öyle ki, Antiokhos II’nin annesi Stratonike öldüğünde Delphoi bilicisi Smyrnalılara onun adına bir tapınak yapmalarını ve Aphrodite ile birleştirilerek Aphrodite Stratonikis adıyla saygı gösterilmesini istemiştir. Antiokhos II’nin yerine geçen Seleukos II Smyrna’nın sadakatine karşılık kenti ve Aphrodite Stratonikis tapınağını “kutsal ve dokunulmaz” ilan etmiş, bunu diğer kentlere bir mektupla bildirerek resmen tanınmasını istemiştir.

İ.Ö. 231’de Hieraks ve ordusunda yer alan Kelt soyundan gelerek Ankara civarına yerleşen, Ege kıyılarına kadar uzanan Galatlar Pergamon Kralı Attalos I tarafından yenilgiye uğratılmışlar, Galatlar bölgeden çıkarılmış ve bir daha İonia, Troas ve Pergamon topraklarına dönmeyeceklerine söz vermişlerdir.

Pergamon Krallığı’nın bu başarısı üzerine Smyrna ve diğer Helen kentleri Seleukoslara dönük bağlılıklarını bu kez Pergamon yönetimine göstermişlerdir. Attalos I’in iktidarı zamanında bu sırada Yunanistan ile ilgilenmeye başlayan Romalılarla Pergamon Krallığı iyi ilişkiler kurmuş ve ilk kez Anadolu topraklarında Romalılar görülmüştür.

Seleukos III ve ardından Antiokhos III (İ.Ö. 223-187) zamanında egemenliklerini tesis etme çabaları süregitmiş, İ.Ö. 197’de Antiokhos III güçlü bir donanma ve ciddi bir kara gücüyle Ptolemaioslara bağlı olan kentleri ele geçirerek Ephesos’a kadar ulaşmıştır. Rhodos ve Pergamon Krallığı için tehdit oluşturan Seleukoslar uzun politik girişimlerin ardından başta Smyrna ve Rhodos olmak üzere Helen kentleri ve Pergamon Krallığı bu büyük tehlike karşısında dönemin yükselen süper gücü Roma’dan yardım istemek zorunda kalmışlardır. Yardım talebini karşılıksız bırakmayan Romalılar Pergamon’a destek vermiş, Seleukoslar İ.Ö. 190’da Manisa yakınlarında yenilgiye uğramış, İ.Ö. 188 yılında Apameia anlaşması ile Toroslara kadar olan etkinlik alanlarını Pergamon Krallığı’na bırakmayı kabul etmek zorunda kalmışlardır. Smyrna’nın Romalılarla ilişkisinde dikkat çeken nokta Aphrodite Stratonikis’in yanısıra ikinci kez dönemin bir başka süper gücü için Tanrıça Roma Tapınağına ev sahipliği yapmasıdır.

İ.Ö. 2. yüzyılda, Pergamon Krallığı’nın kontrolü altında kalan kentlerden Smyrna iç işlerinde özgür, vergi muafiyeti olan, ticaret ve liman kenti olarak varlığını sürdürmüştür.

Attalos II’nin ölümünden sonra İ.Ö. 138’de kral olan Attalos III, 5 yıllık iktidarı sonunda vasiyet yoluyla, zaten Roma’nın garantisi ile elinde bulundurduğu krallık topraklarını Roma’ya bırakmıştır. Ancak bu olay üzerine bölgedeki barış ortamı krallıkta hak iddia eden Aristonikos’un, İ.Ö. 133’de, topraksız köylüleri, paralı askerleri ve köleleri arkasına alarak isyan etmesine neden olmuştur. Leukai ve Phokaia bu isyana destek verirken Smyrna ve Ephesos karşı tarafta yer almışlardır. Yaklaşık 3 yıl süren isyan Roma Konsülü M. Perperna tarafından bastırılmış, Aristonikos Roma’ya götürülmüş ve orada öldürülmüştür.

İsyanın bastırılmasından kısa bir süre sonra Konsül M. Aquilius ve yanındaki 10 kişilik bir komisyon, İ.Ö. 129’da, başta yönetim merkezi Ephesos olmak üzere İonia, Aiolis, Lydia, Mysia, Karia, ve Phrygia’nın bir bölümünü kapsayan bölgede Roma’nın Asia Eyaleti’ni (Provincia Asia) kurdu. Smyrna bu süreçte Roma’nın yanında yer alması nedeniyle özgür kent konumunu korumuş, iç işlerinde özgür kalmış, vergilerden muaf tutulmuştu.

Komisyonun görevlerinden biri de eyaletin mevcut yollarını onarmak, yeni yollar inşa etmek ve başlanmış olanları tamamlamaktı. Smyrna çevresinde tespit edilen Konsül M. Aquilius’un adının bulunduğu mil taşlarından, ilk ele alınan yollardan birinin de Smyrna – Sardis Yolu olduğu anlaşılmaktadır. Eyaletin ana ulaşım ağının diğer parçaları olan Smyrna – Ephesos ve Smyrna – Pergamon yolları da bu çerçevede onarılmıştır.

Asia Eyaleti’nin kuruluşundan hemen sonra, İ.Ö. 123’de, Lex Sempronia de Provincia Asia adıyla çıkarılan ve bir kanun ile toplanacak vergiyi önceden tahmin ederek bu vergiyi toplama hakkını satın almaya dayalı bir kanunun yürürlüğe girmesi eyalette hoşnutsuzluk yaratmıştır. Mültezimler (Publica) kendi gelirlerini mümkün olduğunca arttırmak için vergileri keyfice toplamış ve böylece eyaletin zenginliğini alabildiğince sömürmüşlerdir. Halkın hoşnutsuzluğu Pontus Kralı Mithridates VI’nın Asia Eyaletini ele geçirme planıyla örtüşmüş, eyalet halkı onu kurtarıcı ve kahraman olarak karşılamıştır. İ.Ö. 89 yılında Mithridates VI’nın harekete geçmesi sonrasında İ.Ö. 88 yılında Ephesos’da 80.000 civarında Roma vatandaşı katledilmiştir. Mithridates VI’nın, pek çok Helen kentinin yanı sıra Pergamon, Ephesos ve Smyrna’nın da desteğini aldığı anlaşılmaktadır. Ancak Mithridates VI Yunanistan seferinden yenilgi ile ayrılınca, Asia Eyaleti’ndeki kentler ona bu kez yüz çevirmişlerdir.

Smyrna, Mithridates VI ile savaşmak üzere Anadolu’ya gönderilen Romalı komutan Cornelius Sulla tarafından, desteğinden dolayı cezalandırılmış, özgür kent statüsünü kaybetmiştir. Ancak Sulla’yı takiben bir süre sonra bölgeye gelen Roma’nın önemli devlet adamlarından Hatip M. Tullius Cicero, Smyrna’ya uğradıktan sonra Roma’ya döndüğünde saygınlık bakımından Smyrna’yı, Pergamon ile eşit saydığını ifade ederek kentin Roma’nın gözünde yitirdiği prestiji geri vermek istemiştir.

Cicero’nun çabasıyla yeniden eski prestijini kazandığı anlaşılan Smyrna, İzmir’in kuzeyindeki Aiolis ve Kuzey İonia kentleri ile Magnesia (Manisa) ve Nymphaion’u (Kemalpaşa) içine alan bir idari ve yargı bölgesinin merkezi olmuştur. Roma’nın bu tercihi ile Smyrna bölgenin diğer önemli kentlerinden Klazomenai ve Phokaia’nın önüne geçmiştir.

İ.Ö. 49’da Iulius Caesar ile Pompeius arasındaki iç savaş sırasında Pompeius’un tarafını tutan Smyrna bu mücadelede yenik tarafta yer almış oldu. İ.Ö. 44’de Iulius Caesar’ın öldürülmesinden sonraki iktidar kavgalarının olduğu yıllarda Smyrna uğrak kentlerden biri oldu. Iulius Caesar’ın öldürülmesinden hemen sonra Smyrna Valisi Gaius Trebonius, M. Antonius tarafından Suriye Valisi olarak görevlendirilen ama bir cumhuriyetçi taraftarı olan P. Cornelius Dolabella’nın kentten geçişi sırasında Lejyonları kente sokmadığı bahanesiyle Iulius Caesar taraftarı olan Trebonius’u öldürmüş, kenti tahrip etmiş, tapınakları yağmalatmış, bazı Romalıları öldürtmüştür. Bunun üzerine Roma Senatosu Dolabella’yı kamu düşmanı ilan ederken, kayınpederi Cicero onu kınamış ve bir söylevinde Smyrna’dan “Asya Eyaletinin en ünlü yerlerinden biri” ve“Roma’ya en içten bağlı ve en eski yandaşlarından biri” olarak söz etmiştir. Smyrna ve başta Ephesos olmak üzere diğer kıyı kentleri Roma’nın iktidar kavgalarından bir türlü uzak kalamamışlardır. Nitekim M. Antonius İ.Ö. 31’de Aktium Savaşı’nda yenilinceye kadar sürecek uzun soluklu iktidar mücadelesinde Smyrna ve bölge kentlerinin zenginliğini kendi iktidar mücadelesinde kaynak yaratmak için kullanmıştır.

Aktium Savaşı sonrasında Octavianus’un tek başına iktidara gelmesi ile Roma’da otokratik Cumhuriyet dönemi sona ermiş, monokratik İmparatorluk süreci başlamıştır. Yeni dönem ile birlikte Akdeniz coğrafyasında ve diğer tüm imparatorluk topraklarında Pax Romana adıyla bilinen barış ortamının sağlanması Roma kentlerinin refah düzeyini de arttırmıştır. İmparatorluk gözünde Ephesos’dan daha az değerli ve Roma’ya vergi vermekle yükümlü bir kent olsa da Smyrna deniz ticareti, art bölgesindeki ürün çeşitliliği ve bolluğu sunan verimli tarım alanlarının gelirlerinden oluşan zenginliğini inşa ettiği görkemli kamu yapılarına yansıttı. Öyle ki, bu sıralarda yaşamış olan Strabon (XIV.I.37), Smyrna’yı “bütün kentlerin en güzeli” olarak tanımlayacaktır. Strabon’dan, Smyrna’da, mermer caddelerin olduğu, Homereion, Gymnasion ve Ana Tanrıça Tapınağı gibi yapıların varlığı öğrenilmektedir.

Pergamon ve Ephesos da bu dönemde yeni yapı projeleri ile daha Romalı kentler haline gelmişlerdir. Bu üç kent anıtsal yapıları, refah düzeyleri ile Roma’nın gözünde bölgenin birinci kenti olma yarışı imparatorluk dönemi boyunca devam etmiştir. Örneğin Smyrna’nın, İmparator Augustus’un Tiberius’u varis ilan etmesi üzerine tüm kentlerden önce Tiberius’un heykelini dikmesi bu yarışın bir parçasıydı. Yine Asya Eyaleti kentlerinden bazıları prestijleri için İmparator Tiberius, annesi Livia ve Senato adına tapınak yapmak istediklerinde, Smyrna’nın isteği kabul edilmiş ve böylece kent bu yarışın önemli bir ayağı olan ilk Neokoros tapınağına sahip olmuştur. Bu unvanın bazı Smyrna sikkelerine yansıtıldığı görülmektedir.

Smyrna’nın ve çevresinin depremselliği Roma döneminin ilk yüzyılında iki kez antik kaynaklara not olarak düşmüştür. Bunlardan ilki İ.S. 17 yılında gerçekleşmiş, Smyrna’nın kuzeyindeki Aiolis bölgesi kentlerinin oldukça etkilendiği bu depreme ilişkin bilgi veren antik yazarlardan Tacitus ve Seutonius’un anlatımlarında, Smyrna’nın bu depremden etkilendiğine ilişkin bir bahis geçmemektedir.

Kayıtlara düşen ikinci bir depreminin ise bu kez Smyrna’da etkili olduğu anlaşılmaktadır. İmparator Claudius (İ.S. 41-54) döneminde yaşandığı anlaşılan bu depremden sonra zarar gören Smyrna Tiyatrosu’nun onarıldığı ileri sürülmektedir.

Smyrna’da, bugün de şahit olunduğu gibi, Roma döneminde fazla uzun sayılmayacak aralıklarla meydana gelen depremlerin halk arasında sürekli bir tedirginlik yarattığı anlaşılmaktadır. Örneğin İ.S. 64’de, Claudius dönemindeki son depremden en az on yıl sonra kente gelen Tyanalı Apollonius, Smyrnalıların denizden ve depremden gelecek felaketlerden korunması için tanrılara dua etmiştir.

Vespasianus’un (İ.S. 69-79) Roma Senatosu tarafından imparator ilan edilmesinin ardından Asya Eyaleti onu ilk tanıyan eyalet olmuştur. Belki de bu nedenle Vespasianus döneminde eyaletin en önemli ulaşım hatlarından biri olan Smyrna-Ephesos yolu büyük ölçüde elden geçirilmiştir.

İmparator Titus zamanında, gelecekteki İmparator Traianus’un babası M. Ulpius Traianus eyalet valisi olduğunda Zeus Akraios Tapınağı’na ulaşan bir su kemeri inşa ettirmiştir.

Diğer Anadolu kentleri ve Smyrna için en sakin ve parlak süreç Traianus ve Hadrianus dönemleri olmuştur. Belki de babası Asya Eyaleti’nde valilik yaptığından olacak İmparator Traianus (İ.S. 98-117), eyalete farklı bir gözle bakmıştır. Örneğin Smyrna’ya bayındırlık işlerinde kullanılmak üzere para yardımında bulunmuş, Smyrna-Pergamon yolu onarılmıştır. Nemesisler Tapınağı için heykeller ve resimler satın almıştır. Babası zamanında yapılan su kemeri Vali L. Baebius Tullus tarafından onarılmıştır.

Traianus’dan sonra İmparator olan Hadrianus (İ.S. 117-138) da diğer Anadolu kentlerine ve Smyrna’ya maddi ve manevi ilgisini göstermekten kaçınmamış, hatta İ.S. 123/124 kışında Smyrna’yı ziyaret etmiştir. İmparator oldukça bonkör davranarak Smyrna’ya yüklü miktarda bağışladığı para ile kentin imarına destek vermiştir. Bu bağışla kendi tapınağının yapılmasına destek sağlamış, bir tahıl silosu (Granarium) ve bir Gymnasium inşa edilmiştir. İmparator’un Smyrna’ya olan ilgisinde Phrygia Laodikeiası doğumlu söylev ustası ve entelektüel Antonius Polemon’un etkisi vardı. Smyrnalılar imparatorun ilgisini karşılıksız bırakmamışlar onu Olymposlu Zeus ile bir tutarak ona tapma kararı almışlardır. Smyrna ve Ephesos arasındaki rekabetin farkında olan imparator ayrım yapmamak için her iki kente de kendi adına tapınak yapılmasına izin vermiştir. Böylece her iki kent de ikinci kez Neokoros, yani imparator tapınağına koruyucu olma unvanına sahip olmuşlardır. Kent bundan sonra sikkeleri üzerinde “iki kez neokoros” lejantını övünerek kullandı. Olympeion olarak adlandırılan bu tapınak Değirmentepe üzerinde yer alıyordu, denizden ve karadan gelenlerce kolaylıkla görülebiliyordu. 19. yüzyılda halen görülebilen bu büyük tapınaktan herhangi bir iz günümüzde görülmemektedir.

Pergamon ile birlikte Smyrna ve Ephesos arasındaki eyaletin birinci kenti olma yarışının eğitimin başka alanlarında da sürdüğü görülmektedir. Örneğin Pergamon ve Ephesos gibi Smyrna’nın da antik dünyaca bilinen bir tıp okulu vardı ve İ.S. 2. yüzyılda, aslen bir Pergamonlu aristokrat aileden gelen ünlü hekim Cladius Galenos Roma’da saray doktoru olmadan önce Smyrna’daki bu tıp okulunda anatomi dersleri almıştı.

Hadrianus döneminde, İ.S. 135 yılında Antoninus Pius, Prokonsul olarak eyalete atandı ve İ.S. 138’de de onun halefi olarak imparator oldu. Hoşgörülü bir kimliğe sahip olan Antonius Pius (İ.S. 138-161) Pergamon, Ephesos ve Smyrna arasında 143 yılı Asya Eyaleti Birliği şenliklerinde yine sorun olarak karşılaşılan öncelik sorunu imparatorun bile gündemine taşınmıştı. Smyrna için Pius dönemine damgasını vuran olaylardan belki de en önemlisi 151-160 yılları arasındaki bir tarihte şiddetli bir depremi çok yakınında hissetmiş olmasıydı. Bu deprem sonucunda Midilli Adası’ndaki kentler yıkılmış, sarsıntıların uzun sürmesi Smyrnalıları endişelendirmişti. Ancak bu depremin kentte hasara neden olup olmadığı bilinmemektedir.

Smyrna’nın zenginliği kendi kırsal alanlarındaki ürün çeşitliliği ve bolluğunun yanı sıra kendi ürünleri ile eyaletin diğer kentlerinin mallarının kentin limanından Akdeniz coğrafyasına ihraç edilmesinden kaynaklanıyordu. Aynı zamanda kent Doğu’dan ve Batı’dan gelen ticari malların diğer bölgelere aktarılmasında da önemli rol oynuyordu. Bazilika’da yer alan sıvalar üzerinde pek çok kere gemilerin resmedilmiş olması Smyrna için limanın ve deniz ticaretinin ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.

İ.S. 2. yüzyıl, tüm imparatorluk topraklarında çoğu zengin Romalılar olmak üzere İmparatorların destekledikleri veya bizzat istedikleri görkemli anıtların inşa edildiği bir yüzyıl oldu. Diğer yandan bu dönemde toplumun alt tabakalarında giderek bir arayış ile Mısır’dan gelen mistik inançlarda yaygınlık kazandı; Pergamon’da, Ephesos’da ve başka kentlerde Mısır kökenli inançları barındıran tapınaklar inşa edildi. Ancak bu mistik din anlayışına paralel olarak Hıristiyanlık da toplumun özellikle alt tabakalarında hızla yayılmaya başlamıştı.

Aslında bir ticaret limanı olması nedeniyle Smyrna daha erken tarihlerden beri mistik inançlar ve semavi dinlerle tanışmıştı. Büyük Antiokhos’un (İ.Ö. 223-187) çok sayıda Yahudiyi Batı Anadolu’da ikamete zorlamış, İ.Ö. 1. yüzyılda sayılarının bir hayli arttığı ve hatta Mithridates VI’nın bölgede ve adalarda ikamet eden cemaatin birikimlerine el koymaya yöneltmişti. Iulius Caesar ve Augustus zamanında ibadetlerini özgürce yapan Yahudilerin bu süreçte kaynaklara çok yansımasa da Smyrna’da da bir cemaate sahip olduğu açıktır. İ.S. 1. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Asia Eyaletinin diğer kentleri gibi Yahudi-Hıristiyan cemaate artık sahipti. Smyrna İ.S. 54 yılında Aziz Paulus’a çok kısa süre de olsa ev sahipliği yaptı. Hıristiyan öğreti özellikle Yahudi cemaati içinde taraftar bularak, Smyrna’da en eski Hıristiyan topluluklarından biri oluşmuştu. Özellikle St. John’ın öğretileri doğrultusunda hareket eden bu topluluklar Asia Eyaleti’nde yedi büyük kentte ciddi olarak örgütlendiler.

Havarileri en son görenlerden biri ve St. John’ın yaşlılığında onun öğrencisi de olan, yine belki onun tarafından Smyrna Piskoposu olarak atanması öğütlenmiş olan Polykarpos, İ.S. 2. yy’da en önemli Hıristiyan kişiliklerden biri olarak Smyrna Hıristiyan cemaatinin önderi durumuna gelmişti. Hıristiyanlara dönük yeniden kovuşturmaların başladığı bir sırada, İ.S. 155 yılında, Asia Eyaleti Kentleri Birliği’nin Smyrna Stadiumu’nda yapılan şenlikleri sırasında tutuklanan Hıristiyanlar arasında Polykarpos da vardı. Ona imparatoru tanrı olarak kabul etmesi, imparator için kurban kesmesi, tütsü yakması istendiyse de o bunu kabul etmeyerek stadiumda Pagan ve Yahudilerin istekleri doğrultusunda öldürülmüştür. Daha sonra aynı yerde Aziz Polykarpos için bir Martyrium inşa edildiği de bilinmektedir. Zamanla yok olan bu mezar anıtının yerinde Osmanlı döneminde Yusuf Dede adıyla ünlenen bir tekke ve etrafında mezarlık oluşmuş ve son olarak da üzerine “Eski İtfaiye Kulesi” adıyla bilinen bir yangın kulesi inşa edilmiştir. Her iki semavi dine ev sahipliği yapan bu nokta pagan döneminde ise Kybele tapınımı için kullanılmıştı.

Marcus Aurelius (İ.S. 161-180) imparator olduğunda, Antoninus Pius dönemindeki depremin tedirginliği daha geçmemişken, Smyrna bu kez veba salgınıyla karşı karşıya kalmıştır. Ortak imparator Lucius Verus’un Parthlara karşı giriştiği savaştan İ.S. 165’de dönen ordusu Asia Eyaleti’ne veba taşımıştır. 20 yıl boyunca imparatorluğun en ücra köşelerine kadar ulaşan salgından diğer kentler gibi Smyrnalılar da büyük kayıplar vermiştir. Smyrna, Hadrianus’dan sonra, ikinci kez bir imparatora, M. Aurelius ve oğlu Commodus’a 176’da Doğu Eyaletlerine yaptıkları ziyaretten dönerken ev sahipliği yapmıştır. Kentin güzelliğine hayran kalan imparator yeni kamu yapılarının inşası için yardımlarda da bulunmuştur. İmparator bu ziyaret sırasında Smyrnalı entellektüel Aelius Aristeides ile tanışarak yakın dostluk kurmuştur.

Ziyaretten kısa süre sonra, İ.S. 178’de, Smyrna tarihinin belki de en büyük deprem felaketlerinden birini yaşamıştır. Antik kaynakların aktardığına göre kentin büyük bölümü harabe haline gelmiş, kentin tapınakları, devlet agorası, tiyatrosu yıkılmış, zeminde büyük yarıklar oluşmuş, kentte yangınlar çıkmış, liman tesisleri büyük hasar görmüş ve çok sayıda insan ölmüştür.

Bunun üzerine İ.S. 2. yüzyılda söylev ustası Polemon’dan sonra Smyrna’da yaşayan bir diğer önemli entelektüel olan Aelius Aristides imparatorla kurduğu dostluğa güvenerek ona mektup yazarak kentin durumunu anlatmış ve yardım istemiştir. İmparator bu istek üzerine kentin imarı için Roma Senatosu’ndan ödenek çıkarmış ve 10 yıl süreyle kentin vergilerini ertelemiştir. İmparator’un bu desteği ile kent yeniden imar edilebilmiştir. Bu dönemde yapılan onarımlar ve yeni yapılar Smyrna Agorası’nda görülmektedir.

İ.S. 2. Yüzyıl boyunca Smyrna’da yeni yapı projelerinin hızla inşa edildiği ve kentin büyük ve güzel yapılarla dolduğu anlaşılmaktadır. Buna paralel olarak sanatın her alanında olduğu gibi heykel sanatında da pek çok eserin yaratıldığı agorada sürdürülen arkeolojik kazılarda pek çok heykel ve bu heykellere ait parçaların ele geçmesinden anlamak mümkün olmaktadır.

İ.S. 2. yüzyılın sonunda Commodus’un (İ.S. 180-192) kısa iktidar dönemini takiben Septimus Severus’un imparator olması üzerine Smyrnalıların onun adına Severia şenlikleri düzenlediği bilinmektedir. Yine belki de bu jest nedeni ile Asia Eyaleti’nin ana yollarından biri olan Smyrna-Sardeis yolunun onarımı yapılmıştır. Septimus Severus yerine imparator olan Caracalla’nın İ.S. 214/5 yılında Smyrna’yı ziyaret etmiş ve kente kendi adına tapınak inşa etme izni vermiştir. Kaynaklarda pek de iyi bir sicili olmayan Caracalla’ya tapınımın olasılıkla Smyrna’daki “Tanrılaştırılmış Roma” tapınımı ile aynı çatı altında yürütüldüğü öngörülmektedir.

Böylece Smyrna üçüncü kez Neokoros ünvanı alarak bunu rekabet halinde olduğu Pergamon ve Ephesos’a karşı bir övünç kaynağı olarak görmüştür. Öyle ki, Smyrna kent meclisinin, başrahip ve hatip C. Lollianus Hedianus’u* onurlandırdığı bir yazıtta kent kendini “Asia’nın büyüklük ve güzellikte ilk kenti, Asia’nın çok parlak metropolisi, üç kez imparatorluk kültüne ait tapınağın kurucusu ve Ionia’nın süsü Smyrnalıların şehri ….” şeklinde övmektedir.

Asia Eyaleti imparatorluğun merkezi eyaletlerinden biri olarak İ.S. 1. ve 2. yüzyıllarda güvenlik sorunu yaşanmaması nedeniyle Roma legionları bulundurmayan bir eyalet olarak kalmıştı. Bu ortam kentlerin de kent surlarını önemsememelerini de beraberinde getirdi. İ.S. 3. yüzyılda merkezi yönetimin de zaaf göstermesi ile Gotlara karşı önemli bir direnç gösterilememiştir. Gotlar, Pontus Kralı Mithridates VI döneminden yaklaşık 300 yıl sonra Roma topraklarının derinliklerine ulaşan ilk yabancı güç durumundaydı.

Gotların Valerianus (İ.S. 253-260) döneminde başlayan yağmalarının Claudius II Gothicus (268-270) tarafından Balkanlarda yenilgiye uğratılmasından sonra Aurelianus (İ.S. 270-275) zamanında kısa bir istikrar dönemi yaşanmış, Gotların eyaleti terk etmesinden sonra yakılan ve yağmalanan tüm kentlerde zararların giderilmesine çalışılmıştır. Bu dönemin Smyrna’daki yansıması Smyrna-Sardeis Yolu’nun onarılması şeklinde görülmektedir.

Güneşin hiçbir zaman sönmeyeceği düşünülen topraklarda İmparatorluğun İ.S. 3. yüzyılda düştüğü durumu eski tanrıların ihmal edilişine ve Hıristiyan tanrının öne çıkışına bağlayan İmparator Decius, (İ.S. 249-251) Neron’dan sonra belki ilk kez Hıristiyanlara karşı tüm Roma topraklarında sistematik olarak izlenip öldürülmelerini istemişse de Hıristiyanlık giderek yayılmaya devam etmiştir.

İ.S. 3. yüzyılda Sasaniler ve Germenler arasında sıkışan imparatorluk ancak yüzyılın sonuna doğru imparator olan Diocletianus ve ardından Constantinus I döneminde yapılan reformlarla bir süre için nefes almıştır. Diocletianus’un reformlarıyla imparatorluk toprakları Doğu ve Batı olarak ikiye bölünüp yönetilmeye başlanırken merkezi Nikomedeia (İzmit) olan doğu topraklarının augustusu Diocletianus olurken batı topraklarının yönetimi Maximianus’a bırakılmıştır. Geçmişin Asia eyaleti yeni yapılanmada imparatorluk topraklarının Dioikesis adı verilen 12 büyük yönetim bölgesinden biri yine olurken ayrıca kendi içinde de 7 eyalet alanına ayrılmıştır. Smyrna, adı Asia olan eyaletin içinde yer aldı. Eyaletin yönetim merkezi Ephesos idi ve yönetim alanı Assos’dan (Behramkale) Miletos’a uzanan kıyı bandından ibaretti.

İ.S. 4. yüzyılın ortalarıyla birlikte Constantinus I ile başlamış olan yeni dönemde eski inançlar devam etse de genel olarak Smyrna ve diğer kentlerin Hıristiyan kimliğini ön plana çıkardı. Hatta İ.S. 380’de Theodosius I, bir buyruk ile tüm insanları Hıristiyan dinini kabullenmeye zorladı. Bu dönemde Constantinus I’in Yunan kenti Byzantion’un üzerine inşa ettirdiği ve adını verdiği yeni kent Constantinopolis’in (İstanbul) imparatorluğun yeni başkenti olarak karşımıza çıktığı bu yüzyılda Theodosius I imparatorluğu fiilen ikiye bölmüş, İmparatorluğun batı yarısını Honorius’a, doğu yarısını ise Arkadius’a bırakmıştır.

Arkadius (İ.S. 395-408) zamanında, Prokonsül Anthypatos Anatolios tarafından Smyrna’nın surlarının bir kısmının yeniden yaptırıldığı görülmektedir. Bu yüzyılda Doğu Roma ordusunda paralı asker olarak görev yapan Gotların çıkardığı huzursuzluklar ve yine Phrygia’da yerleşik Gotların yarattığı talan ve zararlar ile Pisidia (Göller bölgesi) ve Pamphylia (Antalya bölgesi) arasındaki dağlık bölgede yaşayan İsaurialıların ayaklanmasının yarattığı asayiş sorunları Anatolios’un Smyrna’nın surlarını hızla gözden geçirmesine neden olmuş olmalıdır.

Doğu Roma - Bizans toprakları İmparator Maurikios’un öldürülüp Phokas’ın iktidara gelmesi ardından anarşi ve iç savaş ile karşı karşıya kaldı. İktidara gelmesinde desteğini aldığı Maurikios’un öldürülüşünün intikamını almak bahanesiyle Sasani Kralı II. Hüsrev Perviz’in orduları 609 yılında Anadolu’yu boylu boyunca geçerek Sardis ve Ephesos’a ulaşarak bu kentleri yağma ve tahrip ettikleri bilinmektedir.

Sasanilerin Smyrna’ya ulaştıkları veya zarar verdiklerine ilişkin bir bilgiye sahip olmamamıza karşın İmparator Heraklius (610-641) zamanında Smyrna surlarının savunma görevini görebilecek şekilde ayakta olduğu kabul edilmektedir. Ancak tüm Anadolu’yu tehdit eden bu gelişmenin Smyrna’da da tedirginlik yarattığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Sasanilerin ardından, yüzyılın ikinci yarısında, özellikle İstanbul’un ele geçirilmesi talepleriyle hareket eden Müslüman Araplar, 654 yılında Suriye Valisi Muaviye zamanında ve 672 yılında Muhammed İbni Abdallah komutasındaki bir Arap donanması tarafından işgal edilmiştir. 672’de kışı Smyrna’da geçiren Müslüman Emevi Arapları 673’den başlayarak İstanbul’u 5 yıl boyunca kuşattılarsa da kenti ele geçiremeyince İstanbul’dan ve Smyrna’dan çekildiler. Altınpark Arkeolojik Alanı’nda tespit edilen konutların yangın ile son bulmuş olmalarını, 7. Yüzyıldaki bu işgaller ile ilişkilendirmek mümkündür.

Smyrna’nın 7. yüzyıl boyunca maruz kaldığı tehditler ve işgaller sonrasında, anlaşılan o ki, kent, ekonomik, sosyal ve siyasi refleksini kaybetmiştir. Bu süreçte Smyrna’nın surla çevrili yerleşik alanının dışında kalan konut ve diğer faaliyetlerin, Altınpark Arkeoloji Alanı’nda yapılan kazı çalışmaları ile elde edilen bulgular çerçevesinde, ortadan kalktığını ve Smyrnalıların tamamen sur içine çekildiği anlaşılmaktadır. Kent içinde ise yüzlerce yıldır kentin merkezi durumunda bulunan Smyrna Agorası ile çevresindeki Kent Meclisi ve Roma Hamamı gibi diğer kamu yapıları kullanım dışı kalmış, kent merkezi giderek ıssızlaşmıştır. Hatta halkın kendilerini güvende hissettikleri Kadifekale ve Liman kalesine doğru çekilmişlerdir.

7. yüzyıldaki Arap saldırıları 8. yüzyılda da sürdü. 716-717’de yine İstanbul’u ele geçirmeyi hedefleyen Mesleme komutasındaki bir Arap ordusu karadan ve denizden ilerlerken Smyrna’nın da içinde bulunduğu kıyı kentleri bu saldırıdan da etkilenmiş, Sardis ve Bergama işgal edilmişse de Smyrna ele geçirilememiştir.

Müslüman Arapların akınları 8. yüzyılda olduğu gibi 9. yüzyıl boyunca da sürmüştür. Onlarca yıl boyunca süren ekonomik ve toplumsal çöküşü bir türlü önleyemeyen Bizans İmparatorluğu’nda iktidara Makedon Hanedanı’ndan imparatorların geçmesi ile yeni bir yükselme dönemine geçilmiştir. Bu dönemde Arap ve Korsan saldırılarına karşı Samos Deniz Theması adıyla Ephesos’dan Adramytteion’a kadar olan bölgeyi kapsayan yeni bir idari bölge oluşturulmuştur. Bu idari bölgenin merkezi Smyrna idi ve 11. yüzyıla kadar Bizans donanmasının bölgedeki en önemli üssü olarak kullanıldı. Bu pozisyonuna bağlı olarak 869 yılında yapılan bir düzenleme ile Smyrna Piskoposluğu’nun Ephesos Piskoposluğu’ndan ayrılarak bağımsız hale geldiği kaynaklardan öğrenilmektedir. Roma İmparatorluğu’nun Batı Anadolu’da, İ.Ö. 129 yılında oluşturduğu idari tablo içinde hep en ön planda olan Ephesos’un limanının da dolması ile birlikte yeterli performansa sahip olamaması bölgede Smyrna’nın ticari ve idari olarak daha da öne çıkmasına neden olmuştur.

Smyrna, 6. yüzyılda bilinen son büyük depremden sonra 11. yüzyılda 1025 ve 1040 yıllarında da iki kez deprem felaketi ile karşılaşmıştır. Bu yüzyıldaki ilk depremin hem kent merkezinde hem de çevresinde yıkıcı olduğu ve can kayıplarına neden olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Depremleri takiben bu kez Bizans toprakları Türkmen tehditiyle karşı karşıya kalmış, Türkmenler 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan kısa bir süre içinde, 1080 civarında, Akdeniz’den Marmara’ya kadar olan topraklara sahip olmuşlardır. 1075’de İznik’de Süleyman Şah Selçuklu Devleti’ni kurarken, aynı tarihlerde, 1081’de Smyrna ve çevresi Çaka Bey adlı bir Türk beyi tarafından kısa süreli olsa da ilk kez Türklerin kontrolüne geçmiştir. İstikrar arayan Smyrnalıların da desteğini aldığı anlaşılan Çaka Bey’in Ephesos ve Smyrna tersanelerinde inşa ettirdiği ilk Türk donanması olarak tanımlanan bir filo ile Rhodos’dan Çanakkale Boğazı’na kadar olan Batı Anadolu kıyılarına ve bu kıyıların karşısındaki büyük adaları kontrolüne geçirdiği ve bir deniz devleti kurduğu görülmektedir.

1097’ye kadar süren bu iktidar süreci, Aleksios I Komnenos’un - bu sıradaki Haçlı Seferi’nin sağladığı güven duygusu içinde- hem karadan birlik hem de denizden bir donanma göndererek Smyrna ve Batı Anadolu’da Türklerin elinde bulunan Ephesos ve Sardeis gibi önemli kentler ile iç Batı Anadolu’daki birçok kenti tekrar Bizans’ın eline geçirmesi ile son bulmuştur. Böylece, yeniden Bizans egemenliği sağlanmıştır. Smyrna’nın ele geçirilmesi sırasında 10.000 Türkün öldürüldüğünü Anna Komnena Aleksiad (XI.V.4/5) adlı kitabında anlatmaktadır. Smyrna Kazılarında bulunan Bizans ve genel sikke bulguları içinde en fazla sikke gruplarından birini 11. yüzyıl sikkeleri oluşturmaktadır. Bu durumu, her türlü sıkıntıya rağmen Smyrna’nın önemli bir ticaret limanına ve aynı zamanda ticari canlılığa sahip olmasıyla ilişkilendirmek mümkündür. Bu yüzyılda Smyrna Agorası artık bir mezarlığa dönüşmüş bulunuyordu. Nüfusun liman çevresi ile Kadifekale’de yoğunlaştığı görülmektedir. Bunun güven sorununun olduğu bu ortamda Smyrnalıların Kadifekale’deki iç kalenin ve kıyıda ise Liman Kalesi’nin güvencesine sığınmak istemeleri ile açıklamak mümkündür.

Bizans tahtında Komnenosların iktidarda bulunduğu 12. yüzyılın ilk yarısında göreceli de olsa Türklerin etkinlikleri iç Anadolu ile sınırlı kalmışsa da; 1133’de İzmir ve çevresine, 1147/48 yıllarında ise K. Menderes vadisi boyunca olmak üzere Batı Anadolu iki büyük saldırıya uğramıştır. Bu arada 2. Haçlı Seferi sırasında Kral Konrad komutasındaki Almanlar ile Kral Louis komutasındaki Fransızların oluşturdukları Haçlılar Kudüs’e giderlerken Batı Anadolu kıyıları boyunca Balıkesir-Edremit-Bergama-Smyrna-Ephesos üzerinden ilerlediler.

İmparator Andronikos I Komnenos ile birlikte başlayan Bizans’daki taht kavgaları 1204’de 4. seferine çıkan Haçlıların Kudüs’e gitmek yerine İstanbul’a yönelerek kenti ele geçirip yağmalamaları ile son buldu. Devleti ayakta tutmaya çalışan Theodoros I Laskaris İznik merkezli olarak 100 yıl kadar Batı Anadolu’da ve Smyrna’da etkinlik sağladı. Özellikle Ioannes III Vatatzes (1222-1254) zamanında Smyrna yakınındaki Nymphaion (Kemalpaşa) İznik-Bizans Devleti’nin idari merkezi olurken, Smyrna devletin en önemli ticaret ve askeri limanı ve tersanesi haline geldi. Vatatzes’in kentin savunmasını güçlendirdiği, bu çerçevede surların onarıldığı, güçlendirildiği ve yeni kuleler inşa edildiği bilinmektedir. Liman Kalesi’nin bugün bilinen şeklinin bu dönemde inşa edilen kaleden aldığı öngörülmektedir.

Bizans sarayında Laskarislerden sonra iktidarı alan Palaiologos sülalesi zamanında İstanbul’daki Latin işgali 1261’de sona ermiş devletin merkezi tekrar İznik’den İstanbul’a taşınmıştır. Mikhael VIII Palaiologos önderliğinde Bizans bir yandan Balkanlarda ve denizlerde diğer yandan Anadolu topraklarında var olma savaşı verirken bu mücadelesinde Batı Anadolu’da Laskarisler döneminde oluşmuş refah ve zenginliğin dayandığı kaynakları kullanması Bizans’ın elinde kalan bu son topraklarda mutsuzluk yarattı. Bu zorlu süreçten çıkmak için ittifaklar arayan Bizans bunun için Cenevizlilere bazı imtiyazlar vermek durumunda kaldığından, Smyrna limanı ve liman gelirleri Cenevizlilere bırakılmıştır. Smyrna’nın güvenli bir ticaret limanı olması, Ceneviz ve Venediklilerin sayısını ve etkinliklerini arttırmıştır.

Türkler, 13. yüzyılın ikinci yarısında ve 14. yüzyılın başlarında Moğollardan kaçarak Anadolu’da Bizans ile Selçuklular arasında doğal sınırı oluşturan Sakarya’dan Büyük Menderes’e uzanan hat boyuna yığılmışlardı. Bu süreçte Kent merkezleri dışında tüm kırsal alanların Türkler tarafından kontrol edildikleri görülmektedir. 1300 civarında artık hemen bütün Anadolu Türklerin eline geçmiş Nikaia, Sardeis, Philadelphia, Magnesia gibi kale kentler ile Phokaia ve Smyrna gibi liman kentleri gibi birkaç kent “Türk seli ortasında birer adacık” olarak ancak kalabilmişlerdi. Bu dönemde en geç 1310’da Smyrna’nın akropolisi olan Kadifekale’nin Aydınoğlu Mehmed Bey’in eline geçtiği, ancak Liman Kalesi ve limanının kontrolünün Cenevizlilerin elinde kaldığı bilinmektedir. İzmir’i ele geçiren Türkler hemen her kalede olduğu gibi, Kadifekale’de de bir kale mescidi inşa etmişlerdir. Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılar sırasında bu mescidin temelleri ortaya çıkarılmıştır. Mescid Evliya Çelebi’nin bize aktardığına göre 1308 tarihlidir ve bugün için İzmir’in bilinen en eski İslami ibadet yapısı durumundadır.

Mehmed Bey’in beylik topraklarını çocukları arasında paylaştırdığında İzmir Umur Bey’e verilmiştir. Umur Bey’in ısrarlı çabasıyla Liman Kalesi de 1326’da Cenevizlilerden alınmıştır. Böylece ilk kez İzmir’de Türk hakimiyeti kurulmuş oldu. 1334’de Aydınoğlu Mehmet Bey’in ölümü üzerine Ulubey olan Umur Bey zamanında Aydınoğulları Beyliği’nin merkezi kenti durumuna geldi. İzmir’deki tersanelerde inşa edilen donanma ile İstanbul’a kadar olan bölgede İbni Batuta’nın tanımıyla dindar olduğu kadar cömert ve cömert olduğu kadar da, cihad ve gaza ehli bir yiğit olan Umur Bey akınlar yapıyordu. Bu arada Umur Bey zamanında 1337’de Girit ile beyliğin Batılılarla ilk ticaret anlaşması yapılmıştır. Bu anlaşmaya göre Venediklilere serbest ticaret hakkı, arazi sahibi olma, kilise inşa etme ve Konsolosluk açma hakkı verilmiştir.

İbni Batuta’ya göre Umur Bey’in yaptığı bu akınlardan yılan Rumlar en sonunda Papa’ya başvurmuşlar ve 1344’de Kıbrıs, Cenova, Venedik ve Rhodos’un sağladığı gemilerden oluşan bir Haçlı donanması ani bir baskın ile Liman Kalesi’ni ve kale civarındaki şehri ele geçirmiş, Umur Bey’in donanması yakılmıştır. Umur Bey, ölümüne kadar kaleyi tekrar ele geçirmek için çaba gösterse de başarılı olamamış, 1348’de kaleden atılan bir okla sonunda bu uğurda ölmüştür. Bu tarihlerde kente gelen İbni Batuta belli ki kentin iki hakimi arasındaki bu çatışmalar nedeniyle Smyrna’yı, büyük bir kısmı harap bir kent olarak tanımlayacaktır. Umur Bey’in ölümünden hemen sonra Venedik, Rhodos ve Kıbrıs’tan oluşan Haçlılar ile 1348’de ağır koşullar içeren bir anlaşma yapılmış, bu anlaşmaya göre Ayasuluğ (Selçuk) limanı gibi İzmir limanının gümrük gelirlerinin yarısı Haçlılara bırakılmıştır. Umur Bey’in kardeşi Hızır Bey zamanında yapılan bu anlaşmayı 1353’de yapılan bir diğer ticaret anlaşması takip etmiş ve bu son anlaşma ile de Haçlılar yeni imtiyazlar sağlamışlardır. Anlaşmayı onaylayan Papa Liman Kalesi’nin kontrolünü de Rhodos Şövalyelerine bırakmıştır.

14. yüzyılın ikinci yarısında Aydınoğulları Beyliği’nin giderek zayıfladığı görülmektedir. Nitekim 1389’da beylik toprakları Yıldırım Bayezid zamanında Osmanlı egemenliğine girdi. Yıldırım Bayezid de çok uğraşmasına rağmen Liman Kalesi’ni ele geçirememiş ama Türk İzmir olarak ünlenen Kadifekale ve yamaçlarındaki Türk yerleşimini kontrol altında tutmuş, kentin idaresini Aydınoğulları ailesinden Kara Subaşı Hasan Bey’e vermiştir.

Türkleri uzun süre uğraştıran liman kalesinin fethi ancak Moğol Emiri Timur tarafından 1402’de gerçekleştirilmiştir. Bir tarafı deniz diğer üç tarafı hendeklerle çevrelenmiş olan kalenin, kaynaklar ancak deniz tarafının taşlarla doldurulup ahşap iskeleler yapılarak ele geçirilebildiğini aktarmaktadırlar. Timur’un 2 Aralık 1402’de İzmir’e vardığı ve liman kalesini iki hafta içinde fethettiği kaydedilmektedir. Musa Bey’in 1403’deki ölümü üzerine kardeşi II. Umur Bey Aydınoğulları topraklarına egemen olmuşsa da kısa bir süre sonra ailenin bir başka mirasçısı olarak ortaya çıkan İzmiroğlu Cüneyd Bey beylik topraklarını kontrol altına almıştır. İzmiroğlu Cüneyd Bey, Osmanlı beylik topraklarına tek başına egemen olan Çelebi Mehmed’e kısmen direnç göstermişse de Şövalyelerin de denizden desteği ile 1415’de kent ele geçirilmiş, bu arada tedbir olarak liman kalesini ve Kadifekale’nin surlarını yıktırmıştır. Bir süre Çelebi Mehmed ile birlikte hareket edecek olan Cüneyd Bey daha sonra Mustafa Çelebi’ye ve ardından II Murad’a yandaş olmuşsa da, Aydınoğulları beyliği topraklarına sahip çıkmak istemesi üzerine II Murad tarafından öldürülmüştür. Osmanlı hanedanı içindeki taht kavgaları sonunda kent ancak 1424’de II Murad zamanında tümüyle Osmanlı egemenliğine girmiş, Batı Anadolu’nun bu dönemde en önemli liman kenti haline gelmiştir.